Sayfalar

26 Şubat 2010 Cuma

Boğaziçi Üniversitesi’nde TEKEL çadırı

Üniversitelerden TEKEL işçilerine yönelik destekler sürerken Boğaziçi Üniversitesi’nde TEKEL işçileri ile dayanışma çadırı kuruldu.
Eğitim Sen İstanbul 6 No’lu Şube Boğaziçi Üniversitesi Temsilciliği ve öğrencileri üniversitede bir çadır kurarken çadırda TEKEL işçileri ile dayanışma etkinlikleri düzenlenecek.
Eğitim Sen Boğaziçi Üniversitesi Temsilciliği ve öğrenciler kütüphane önünde bir çadır kurarak TEKEL işçileri ile dayanışma etkinlikleri başlattılar. Çadırda TEKEL direnişini konu eden fotoğraf sergisi üniversite çalışanlarının ve öğrencilerinin ziyaretine açılırken, ayrıca çeşitli dayanışma etkinlikleri yapılacak.
TEKEL işçileri ile dayanışmak için biraraya gelen üniversite çalışanları ve öğrenciler bugün TEKEL işçilerinin de katılımıyla çadırda bir forum düzenleyecek. Bugün saat 12:00’de gerçekleşecek forum dışında üniversite emekçileri ve öğrenciler önümüzdeki günlerde de çeşitli etkinliklerle TEKEL işçileri ile dayanışmasını sürdürecek.
Boğaziçi Üniversitesi’nde kurulan TEKEL İşçileriyle Dayanışma Çadırı Kuzey Kampüs’te kütüphane önünde ziyaret edilebilir.

Tekel işçileri AK Parti’yi işgal etti

Tekel işçilerinden 13’ü AK Parti Ankara İl Başkanlığı'na girerek eylem yapmak istedi. İşçilere biber gazıyla müdahale eden polis, 13 kişiyi gözaltına alındı.
İki ayı aşkın süredir Ankara'da eylemini sürdüren Tekel işçilerinden oluşan grup, saat 12.30 sularında binaya geldi.
13 Tekel işçisi, sloganlar atarak içeriye girdi. İkinci kata kadar çıkan işçiler burada slogan atmaya devam etti ve pankart açtı.
Kısa süre içinde Çevik Kuvvet polisi işçilere biber gazıyla müdahale etti. Eylemciler gözaltına alındı.
Bu sırada AK Parti İl Başkanlığı binası yakınında toplanan yaklaşık 300 kişilik grup, işçilere destek için slogan attı.

20-21 şubat // ankara fotoğraf



not: resimlerin üzerine basıp,büyük hallerini görebilirsiniz.

TEKEL işçilerine AKP önünde müdahale

Dün yaşamını yitiren TEKEL işçisi Hamdullah Uysal'ın cenazesinin alınması sırasında polisin TEKEL işçilerine sert müdahalesini protesto eden TEKEL işçileri AKP Ankara İl Binası önünde eylem yaptı.
TEKEL işçileri Hamdullah Uysal'ın dün cenazesi sırasında yaşanan olayları protesto etmek için AKP İl binası önünde eylem yaptı. TEKEL işçilerine önce binada bulunan güvenlik görevlileri biber gazıyla müdahale etti. TEKEL işçilerinin dağılmaması üzerine bölgeye Çevik Kuvvet ekipleri çağırıldı. İşçilerden gözaltına alınanlar oldu.

25 Şubat 2010 Perşembe

öğrenci gazetesi yayına hazırlanıyor

uzuuun çalışmalar ve bir takım aksaklıklara rağmen öğrenci gazetesi başarılı bir ekip çalışmasıyla çok yakında okurlarının karşısında olacak.. önerilerinizi buradan gazete ekibiyle paylaşabilirsiniz. yazı yazmayan kalmasın!

19 Şubat 2010 Cuma

Bolivarcı Devrim ve Karayipler- Fidel Castro Ruz (Prensa Latina)

Gençlerin çoğu gibi tarihi severdim. Erkek çocuklara aşılandığı üzere savaşı da. Bana verilen bütün oyuncaklar birer silahtı.

Küçüklüğümde hiç sinemaya götürülmediğim bir şehre gönderdiler beni. O zamanlar değil televizyon, bulunduğum evde radyo bile yoktu. Kendi hayal gücümü kullanmak zorundaydım.

İlk yatılı okulumda efsanevi büyük tufanı ve Nuh’un gemisini hayretler içerisinde okuduğumu hatırlıyorum. Sonradan herhalde bu tufan insanoğlunun karşı karşıya kaldığı ve iklim değişikliğiyle ilgili son afetti diye düşünmüştüm. Buzul çağının sonunda, binlerce yıl önce.

Sonra herkesin tahmin edebileceği üzere Büyük İskender, Sezar, Hanibal, Bonapart ile ilgili hikayeler okudum, elbette bağımsızlığımız için savaşmış olan Maceo, Gómez, Agramonte ve diğerlerinin de eserleri elime geçti. Ancak tarihin arkasında yatan gerçekleri anlayacak kadar kültürlü değildim.

Sonra, Marti ile ilgilenmeye başladım. Aslına bakılırsa yurtsever duygularımı ona borçluyum diyebilirim, onun “Vatan insanlıktır” düşüncesi çerçevesinde. Bu değerler, bu güzellikler ve ahlaki düşünce tarzı beni olduğumu zannettiğim şimdiki halime getirdi: bir devrimci.

Marti’nin fikirlerini savunmadan Bolivar’ın fikirlerini savunamazsınız. Marti ve Bolivar’ın fikirlerini benimsemeden marksist olamazsınız; Marti, Bolivar ve Marx’ın fikirlerini benimsemeden ise anti-emperyalist olamazsınız; bu üç düşünce akımı dikkate alınmadan ise Küba Devrimi tam olarak kavranamaz.

Yaklaşık iki yüzyıl önce Bolivar, komutanı Sucre önderliğinde bir askeri sefer düzenleyerek Küba’yı özgürlüğüne kavuşturmak ister. Bu dönemde yani 1820’li yıllarda ada İspanyolların şeker ve kahve sömürgesiydi, 300 bin köle beyaz köle sahipleri için çalışıyordu.

Bağımsızlık umutları boşa çıkmış ve yeniden sömürge konumuna dönüşmüş ada halkının onuru ancak bir devrimle kurtarılabilirdi, insanın insanı sömürmesinin önüne geçecek bir devrim.

“…Cumhuriyetimizin ilk yasasının Kübalılara insan olmanın tüm onurunun geri verilmesi olmasını istiyorum.“

Marti bu bakış açısıyla bizim 26 Temmuz Hareketimize ve bu hareketin Moncada Kışlalarına düzenlediği saldırıya ilham kaynağı oldu. Aynı zamanda Marx ve Lenin gibi büyük düşünürlerin fikirleri yeni gelmekte olan dönemi algılamamızı sağladı.

Yüzyıllar boyunca ilerleme ve gelişme adına, büyük çiftlik sahipleri ve köleler sömürge adalarının gerçek sahipleri olan yerel insanlarının sonunu getirdiler.

Marti, Bolivar ve zaferlerle dolu hayatıyla ilgili şunları şöyler:
“…Onun yapmadıkları bugün hala yapılmamış olarak duruyor. Bolivar bugün Amerika için hala günceldir.”

“Venezüella bana ona nasıl hizmet edeceğimi göstersin, ben onun oğluyum.”

Diğer Karayip ülkelerinde olduğu gibi Venezüella’da da sömürgeciler şeker kamışı, kahve ve kakao tarımı yaptılar. Afrika’dan getirdikleri kadınları ve erkekleri köleleştirdiler. Venezuela halkının destansı direnişi ve ülke topraklarının uçsuz bucaksızlığı ile doğal kaynakları bu toprakların ilk yerel halklarının ortadan kaldırılmasını engelledi.

Kuzeydeki bir kısım hariç, Amerika kıtamız tamamıyla İspanya ve Portekiz krallarının elinde kaldı.

Çekinmeden söyleyebilirim, yüzyıllar boyunca ülkelerimiz, halklarımız ve onların emeklerinin ürünleri devasa uluslararası şirketler ve oligarşiler tarafından yağmalandı ve yağmalanmakta.

Diğer bir deyişle, 19. ve 20. yüzyıl boyunca, yani resmen bağımsız olunmasından 200 yıl sonra bile özde değişen çok az şey var.

İngiltere’ye isyan eden 13 koloniyle başlayan Birleşik Devletler batıya ve güneye doğru genişledi. Louisiana ve Florida’nın satın alınmasından sonra Meksika topraklarının yarıdan fazlası ilhak edildi. Orta Amerika’ya müdahale edildi, ileride Panama Kanalı yapılacak bölgeye el kondu. İki büyük okyanusun birleştiği ve Bolivar’ın bağımsız Amerika uluslarının birleşmesinden sonra başkent yapmayı planladığı yer işgal edildi.

O dönemde dünyada petrol ticareti yapılmıyordu, Dünya Ticaret Örgütü de henüz ortalarda yoktu. Şeker kamışı, pamuk ve mısır tarımı köleler tarafından yapılıyordu. Makinalar yavaş yavaş icat ediliyordu. Kömüre dayalı sanayileşme atılım yapmaya başlamıştı.

Savaşlar uygarlığa, uygarlık savaşa itici güç oluyordu. Savaşın doğası değişiyor ve korkunçlaşıyordu. Artık dünya savaşları dönemine girilmişti.

Sonunda uygar bir dünya olmuştuk. Hatta bazı prensiplere bile inanıyorduk.

Uygar olmuştuk ama bu uygarlıkla ne yapacağımıza karar verememiştik.

İnsanoğlu inanılmaz hassasiyete ve öldürücü güce sahip nükleer silahlar yapmış olsa da ahlaki olarak oldukça geriye gitmişti. Siyasi ve sosyal olarak insanoğlu en geri dönemini yaşamaktadır. Askerlerin yerini mekanikleşmiş insanlar almıştır; basın kuruluşları, eğiticiler ve hükümetler olaylar karşısında ne yapacaklarını bilemez durumda çaresizler. Çok sayıda ulusal lider karşı karşıya kaldıkları sorunlarla başa çıkamaz halde, sayısız uluslararası toplantıya katılıyor.

Bu koşullar altında Haiti’de görülmemiş bir facia yaşandı. Dünyanın diğer tarafından ise üç savaş sürmekte, silahlanma yarışı devam etmekte, ekonomik kriz derinleşmekte ve çatışmalar artmakta.

Silahlanmaya ve savaşlara harcanan para dünyadaki tüm mali kaynakların %2,5 gibi bir miktarını tüketmekte. Bu kaynak Üçüncü Dünya ülkelerine aktarılmış olsa bu ülkeler kısa sürede kalkınabilir ve en önemli sorunlarımızdan olan iklim değişikliğiyle başa çıkabilmek için gereken ekonomik ve bilimsel yatırımlar yapılabilirdi.

İnsanlık son iklim zirvesinin yapıldığı Kopenhag’da önemli bir yara almıştır. İnsanoğlu, hayatta kalabilme kabiliyetini gösterememekte.

Haiti’de yaşanan felaket bana Venezüella’nın Karayip ülkeleriyle olan ilişkilerini hatırlattı. Büyük mali kuruluşlar Haiti ile ilgili olarak ne yapacaklarını bilemezken Venezuela bu ülkenin kendisine olan 167 milyon dolar borcunu hiç düşünmeden sildi.

Neredeyse bir yüzyıldır dünyanın önde gelen petrol şirketleri Venezüella petrolünü çıkartarak inanılmaz fiyatlara sattılar. Venezüella dünyanın en büyük petrol ihracatçı ülkelerinden birisi haline geldi.

ABD’nin Vietnam’ın kahraman halkına karşı sürdürdüğü ve katliama varan savaşta harcadığı yüz milyarlarca dolar yüzünden Bretton Woods Antlaşmasını tek taraflı olarak geçersiz hale getirdiği biliniyor. Bu da doların altın karşılığının olmaması anlamına geliyor, savaşın bütün mali yükü dünyanın üzerine yıkılıyordu. ABD para birimi devalüasyona uğrayınca Karayip ülkelerinin elindeki para petrol satın almak için yetersiz hale geliyordu. Ekonomileri turizmin yanısıra şeker, kahve, kakao ve diğer gıda maddeleri ihracına dayalı olan Karayip ülkelerini için bu durum ekonomik yıkımla eş anlamlıdır.

Gelişmiş ülkeler muz örneğinde olduğu gibi Karayip ihraç mallarına uygulanan kotaları kaldırsalar da Venezüella’nın yaptığı yardım onların yanında çok önemsiz kalır. Venezüella bu ülkelere petrol sevkiyatının değişmeden süreceği garantisini verdi ve bu ülkelere özel fiyat tarifesi uygulamaya başladı.

Bu ülke halklarının geleceğiyle kimse ilgilenemiyor. Bolivarcı Venezuela olmasaydı, Trinidad Tobago ve Barbados hariç bağımsız Karayip ülkelerini korkunç bir ekonomik kriz içerisinde olacaktı.

Küba ise Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Bolivarcı Venezüella ile ilişkilerini görülmemiş seviyede geliştirmiştir. Mal ve hizmet alışverişine dayanan ikili ticaret sayesinde devrimci tarihimizin en kötü koşullarının yaşandığı dönemle başa çıkabildik.

Küba Devrimi 1959 yılında zafer ulaştığında Venezüella’nın başında Rómulo Betancourt vardı. Betancourt ABD’nin en iyi müttefiki, halkın en korkunç düşmanıydı. Döneminde yoğun yolsuzluklar yaşandı.

Kendisi ülkemize karşı uygulanan her türlü korsanlık, terörist saldırı, saldırgan dış siyaset ve ablukanın değişmez bir parçasıydı.
Amerika kıtamızın en ihtiyacı olduğu dönemde Bolivarcı Devrim patlak verdi.

Başkent Karakas’a Hugo Chávez tarafından davet edilen ALBA üyeleri tarihindeki en acı günlerinde Haiti halkına en büyük yardımı ve desteği sağlayabilmek için harekete geçti. Dünya tarihindeki ilk sosyal devrime imza atan Haiti halkı bilindiği gibi topraklarından kopartılarak Amerika kıtasına getirilen Afrikalı yerlilerden oluşmaktaydı. Vatanlarından binlerce kilometre uzaktaki yüzbinlerce Afrikalı tarihteki en görkemli devrimlerden birini gerçekleştirerek Haiti cumhuriyetini kurmuştu. Haiti halkı Afrika, yerli ve beyazlardan oluşmakta ve tüm insanlar için eşitlik, adalet ve özgürlük istekleri ile hareket etmektedir.

On yıl önce, Mitch Kasırgası sırasında Karayip ve Orta Amerika ülkeleri onbinlerce yurttaşını kaybettiğinde Küba’da Latin Amerika Tıp Fakültesi kuruldu. Fakültenin amacı bir gün milyonlarca insan hayatını kurtaracak Latin Amerika ve Karayipli doktorların eğitilmesinin yanında asil bir meslek olan doktorluğun uygulanmasıydı. Haiti’de Kübalı doktorların yanısıra Latin Amerika Tıp Fakültesinden mezun olan onlarca Venezüellalı ve Latin Amerikalı doktor görev yapıyor. Kıtanın dört bir yanından gelen Latin Amerika Tıp Fakültesi mezunu doktorları Haiti halkının yardımına koşuyor.

Haiti’de onlarca sahra hastanesi kuruluyor. Burada Hait, Venezüella, Dominik Cumhuriyeti, Bolivya, Nikaragua, Ekvador, Brezilya, Ekvador, Şili ve diğer kardeş ülkelerden gelen 1000'den fazla doktor ve tıp öğrencisi hizmet verecek. Aralarında yoğun olarak bulunan Latin Amerika Tıp Fakültesinden mezun doktorları görmek bizi gururlandırıyor. Haiti’ye sağlık hizmeti vermek isteyen her ülke ve her kuruluşa işbirliğine sonuna kadar açığız.

Venezuela muazzam ölçekte çadır, tıbbi malzeme, ilaç ve gıda yardımında bulunuyor. Haiti hükümeti halka ücretsiz sağlık hizmeti verilmesini sağlayabilmek için elinden geleni yapmakta. Bölgemizde yaşanan bu korkunç felaketin yaralarının sarılması herkes için bir teselli oluyor.

Venezüella’da halk iktidarına bir adım daha

Yeni Hükümet Federal Konseyi Kanunu’nun geçen hafta geçişinin ardından, ülke çapındaki hükümet yanlısı valiler; valiler, belediye başkanları, yürütme üyeleri ve halk seçimlerinde seçilmiş sözcülerden oluşacak olan Hükümet Federal Konseyi’nin kurulması için desteklerini belirttiler.

Yeni Hükümet Federal Konseyi finansal kaynakların değerlendirilmesi ve onaylanmasına fiilen daha fazla insanın dahil olması anlamına geliyor. Başlangıçta, heyette yer alacak komünal konsey temsilcilerini Komünler Bakanı’nın seçecek olmasına rağmen, sonradan bu tarz temsilciler halk tarafından seçilecek.

Falcon eyaleti valisi Stella Lugo, “Biz iktidarın bütün halkın ellerinde dağılımında mümkün mertebe ilerliyorken, bu kanun, demokrasiyi güçlendiriyor ve anayasal, yasal ve resmi işlevlerini sürdürebilmesi için devlete daha büyük bir birlik, esneklik ve çeviklik bahşediyor” şeklinde konuştu.

[Latinbilgi – G.U.]

Yeni başlayanlar için 4/C - Av. Mehmet Ümit Erdem

AKP hükümetinin TEKEL işçileri ve diğer özelleştirme mağdurları için önerdiği 4/c’ye ilişkin Bakanlar Kurulu Kararnamesi 4 Şubat 2010’da Resmi Gazetede yayınlandı. Şimdi hükümet, açıkladığı şartlarla öncelikle TEKEL işçilerinin sıraya girerek başvurmalarını bekliyor.
Direnişin temel tartışma konusu olması nedeniyle bugüne kadar toplumun değişik kesimlerinden işçiler, sendikacılar, köşe yazarları, ekonomistler 4/c üzerine tartışmalar yürüttüler. Bu sırada sorunun çözümü için Türk-İş ile görüşen Recep Tayyip Erdoğan’ın 4/c’yi bilmediği de kamuoyuna yansıdı.

Bu yazının amacı, TEKEL ve diğer özelleştirmelerde mağdur olup, 4/c’ye başvurmayı düşünen işçilere hukuki bakış açısıyla bir rehber olmasıdır.

Öncelikle, 4/c’nin ne olduğuna bakalım:
4/c adı, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4. Maddesinin c fıkrasında düzenlenen çalıştırma biçimini göstermektedir. Devlet Memurları Kanunu’nun 4. Maddesine göre kamu hizmetleri memurlar, sözleşmeli personel, geçici personel ve işçiler eliyle gördürülür.

Bu sayılanlardan
a. Memurlar: devletin asli ve sürekli işleri ile görevlendirilenler,
b. Sözleşmeli Personel: önemli projelerin hazırlanması için şart olan, zaruri ve istisnai hallere münhasır olmak üzere özel bir meslek bilgisine ve ihtisasına ihtiyaç gösteren geçici işlerde sözleşme ile çalıştırılmasına karar verilen ve işçi sayılmayan kamu hizmeti görevlileridir
c. Geçici Personel: Bir yıldan az süreli veya mevsimlik hizmet olduğuna Bakanlar Kurulunca karar verilen görevlerde ve belirtilen ücret ve adet sınırları içinde sözleşme ile çalıştırılan ve işçi sayılmayan kimselerdir.
d. İşçiler: Sürekli işçi kadrolarında belirsiz süreli iş sözleşmeleriyle çalıştırılan sürekli işçiler ile geçici iş pozisyonlarında altı aydan az olmak üzere belirli süreli iş sözleşmeleriyle çalıştırılan geçici işçilerdir.

Peki AKP hükümeti 4/d’li Tekel işçilerini 4/c’li yapmak için neden bu kadar ısrar ediyor?
Uzun yıllardır kamudaki temel çalışma biçimi memurlar ve işçiler olarak ikiye ayrılmakta ve 12 Eylül sonrası bir kısmı geri alınmış olsa da, önceki mücadele dönemlerinden edinmiş oldukları ciddi sosyal ve ekonomik hakları bulunmakta idi.

Sözleşmeli personel ise daha çok mevsimlik işçilerin çalışma biçimlerini düzenleyen bir istihdam biçimi olarak karşımıza çıkmaktaydı. Örneğin bahar ve yaz aylarında ormanların budanması, ağaç kesilmesi işlerinde orman köylüleri geçici olarak istihdam edilirler, 4/c’li olarak çalışırlardı.
Özal döneminden itibaren, kamuda sözleşmeli çalışma biçimleri görülmeye başladı. Memurlar ve işçiler eliyle görülmekte olan kamu hizmetleri giderek sözleşmeli ve geçici personel tarafından yerine getirilmeye başladı.

AKP iktidarı döneminde 217 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 8 inci maddesinin (f) bendine göre, Bakanlar Kurulu’nca 3/5/2004 tarihinde kararlaştırılan “Özelleştirme Uygulamaları Sonucunda İşsiz Kalan ve Bilahare İşsiz Kalacak Olan İşçilerin Diğer Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Geçici Personel Statüsünde İstihdam Edilmelerine İlişkin Esaslar” yürürlüğe girmiş ve şu anda tartıştığımız 4/c statüsü ortaya çıkmıştır.

Buna göre;
a. İş Kanunu hükümlerine tabi olarak çalışan sürekli veya geçici işçi (kapsamdışı personel hariç) olup,
b. Özelleştirme uygulamaları neticesinde işsiz kalanlar,
c. Herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik veya yaşlılık aylığı almamaları halinde,
d. İş akitlerinin kamu tarafından feshedilmesini müteakip 30 gün içerisinde kuruluşları kanalıyla Özelleştirme İdaresi Başkanlığına bildirilmeleri halinde,
4/c kapsamında Devlet Personel Başkanlığı kanalıyla istihdam edilirler.

Bu kapsamda istihdam edilecek personele yapılacak tüm ödemeler ile suç ve disipline ilişkin yaptırımlar, çalışma saat ve süreleri, sosyal güvenlik yönünden tabi olunacak mevzuat, izin hakları ve buna benzer diğer hususlar her kurum için çıkarılacak Bakanlar Kurulu kararında belirtilir.

Yapılan bu düzenleme ile 2004 yılından itibaren özelleştirilen kuruluşlarda çalışırken özelleştirme nedeniyle mağdur olan işçiler başka kurumlara 4/c’li personel olarak atanmaya başladı.
Bu tarihten sonra kamuda memur ve işçi alımlarının neredeyse durduğunu; başta eğitim ve sağlık olmak üzere devletin neredeyse tüm kurumlarında sözleşmeli ve geçici personel çalıştırılması yoluna gidildiğini görüyoruz.

İşçi ve memur dışında bu tür ara statünün oluşturulmasının sebebi, kamu hizmetlerinin işçi ve memurların kazanılmış haklarından faydalanamayan, ucuz işgücü yoluyla çözülmesidir.

Tekel Direnişine Kadar 4/c’li Çalışanların Hakları Nelerdir?
Yasada memur ve işçi ayrımı dışına 4/b ve 4/c’li çalışanlar için personel terimi kullanılmaktadır. Burada değinilen personel terimi, aslında bu istihdam biçiminin karakterlerinden birini de ifade etmekte. Çünkü sözleşmeli çalışanlar İş Kanunu’na göre işçi, Devlet Memurlar Kanunu’na göre de memur sayılmamaktadır.
Bakanlar Kurulu tarafından her yıl alınan kararla kaç kişinin hangi bakanlıklar bünyesinde ve hangi şartlarla çalıştırılacağı belirlenmekte ve Resmi Gazetede yayınlanmaktadır.
Her iki kanunun da çalışan lehine olan kısımları bu personelleri kapsamamakta, yaptırım ve yükümlülük içeren kısımları ise kapsamaktadır. Biraz daha açıklamak gerekirse;

• Öncelikle, bu personel asli kamu hizmeti yapsa ve yıllarca 4/c kapsamında çalışsa dahi, geçici personel olarak kabul edilmektedir. Yılda 4 – 10 ay arasında çalışmakta, yılın kalan dönemlerinde işyeriyle ilişiği kesilmektedir. Arada meydana gelen 2-6 aylık boşluk nedeniyle sürekli ve düzenli çalışan olarak kabul edilmemektedir.
• Önceki işyerinden almış oldukları ücretler kazanılmış hak teşkil etmemekte, oldukça düşük ücretle çalışmaktadırlar.
• Geçici personelin çalıştığı dönemde başka bir işte çalışması yasaktır.
• Çalışılan her ay için en fazla 1 gün izin kullanma hakkı bulunmaktadır.
• Doktor raporu ile kanıtlanan hastalıklarda her 4 ay için 2 günü geçmemek üzere ücretli hastalık izni verilmekte, 2 günü geçen sürelerin ücreti ödenmemektedir.
• Kadın işçinin doğum yapması durumunda doğumdan önce 8 hafta ve doğumdan sonra 8 hafta olmak üzere 16 hafta ücretli izin verilmektedir.
• Geçici personele, bu kararda belirtilen ücretler dışında herhangi bir ad altında ücret ödenemez ve sözleşmelerine bu yolda hüküm konulamaz.
• Geçici personele fazla mesai ücreti ödenmez.
• Geçici personelin hizmet sözleşmesinin feshinde, ihbar, kıdem veya sair adlar altında herhangi bir tazminat ödenmez.
• İşçinin emekliliğe hak kazanması durumunda sözleşmesi sona ermiş sayılır.
• Geçici personeller işçi sayılmadıklarından işçi sendikalarına, memur sayılmadıklarından memur sendikalarına üye olamaz. Örgütlenme hakları tamamen ellerinden alınmıştır.
2004 yılından beri bu şartlar altında çalıştırılan işçilerin çalışma şartları, Anayasanın
a. Kanun Önünde Eşitlik hükmünü içeren 10. Maddesine,
b. Devletin, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri almak zorunda olduğunu düzenleyen 49. Maddesine,
c. Çalışma şartları ve dinlenme hakkını düzenleyen 40. Maddesine,
d. Kamu hizmetlerinin gerektirdiği görevlerin memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görüleceğini düzenleyen 128. Maddelerine açıkça aykırıdır.

4/b’li çalışanların izin, harcırah, görev sonu tazminatı gibi hakları konusunda açılan davalarda verilen mahkeme kararları ile çeşitli hükümler iptal edilmiş ve kısmi eşitlik sağlanmıştır. 4/b uygulamasındaki bu kazanımlar sonrasında bu çalıştırma biçiminden de vazgeçilmiş ve bu sefer 4/c’li çalışan oranı arttırılmıştır.
4/c’li çalışan personelle ilgili de çeşitli davalar açılmış olup, bu davalar halen sürmektedir. Örneğin memur sendikalarına üye olabilecekleri mahkeme kararıyla kabul edilmiştir.

Tekel Direnişinin 4/c’li Çalışma Biçimine Etkisi Olmuş Mudur?
Hükümet tarafından bu yeni çalıştırma biçimi kamuda yerleştirilmeye çalışılırken Tekel işçilerinin direnişi başlamış ve 4/c uygulaması kamuoyunda yeniden tartışılmaya başlamıştır.

Direnişin geldiği noktada Bakanlar Kurulu’nun 04.02.2010 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 2009/15759 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile 4/c uygulamasında kısmi iyileştirmeler yapılmıştır. Bu düzenlemeye göre:

• Yılda 4 – 10 ay arasında düzenlenen sözleşme süresi 11 aya çıkartılmıştır. Ancak yine de arada meydana gelen boşluk nedeniyle sürekli ve düzenli çalışan olarak kabul edilmemekte, geçici personel niteliği korunmaktadır.
• Önceki işyerinden almış oldukları ücretler kazanılmış hak teşkil etmemekte, İlk öğretim mezunlarının maaşları yüzde 17.4 oranında artılarak 772 liraya, Lise mezunlarının maaşları yüzde 15.8 oranında artırılarak 856 liraya, Yükseköğretim mezunların maaşları ise yüzde 14.3 oranında artırılarak 937 liraya sabitlenmiştir. Belirlenen bu miktarlar işçilerin önceki kurumlarından aldıkları ücretlerin yanında çok düşüktür.
• Çalışma saatleri devlet memurların için düzenlenen çalışma saatleri ile aynı kabul edilmiştir.
• 4/c’li olarak yapılan çalışmaların toplam süresi üzerinden hesaplanarak iş sonu tazminatı ödenecektir.
• İşçilerin iş güvencesine ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır.
• Daha önce her ay için 1 gün kabul edilen izin süresi, çalışılan her ay için azami 2 güne çıkartılmıştır.
• Resmî tabip raporu ile kanıtlanan hastalıklar için yılda 30 günü geçmemek üzere ücretli hastalık izni verilebilmektedir. Hastalık sebebiyle Sosyal Güvenlik Kurumunca ödenen gelirler ilgilinin ücretinden düşülür.
• Doğum izni ve mazeret izni aynı şekilde düzenlenmiştir.
• Geçici personelin öncelikle en son çalıştıkları illerde, bu illerde istihdamlarının mümkün olmaması hâlinde diğer illerde istihdam edilmesi düzenlenmiştir.
Ancak yapılan bu düzenleme, başta Tekel işçileri olmak üzere geçici personelin beklentilerini karşılamaktan uzaktır.

Bakanlar Kurulu’nun 4 Şubat tarihli 4/c Düzenlemesi Kabul Edilebilir Bir Uygulama mıdır?
Bakanlar Kurulu tarafından yapılan düzenlemelerle işçilerin yıllar süren kıdemi, hak etmiş oldukları konumları, ücret ve sosyal hakları hiçe sayılarak, yılların kamu emekçileri 19 yaşında genç bir işçi gibi fiyatlandırılmaktadır.

Oysa işçi mücadelesinin yıllar süren birikimlerinden olan kazanılmış hak ilkesi, eşit işe eşti ücret ilkesi, dinlenme hakkı, işçi lehine yorum ilkesi, iş sözleşmesi sona erdiğinde kıdem, ihbar tazminatı veya iş sonu tazminatı adı altında ödeme yapılması, iş güvencesi, örgütlenme ve sendika hakkı gibi ilkeler hiçe sayılmakta, anayasaya ve uluslar arası mevzuata aykırılıklar sürmektedir.

Daha da önemlisi, çalışma şartları her yıl Bakanlar Kurulu tarafından yeniden düzenlediğinden ve kazanılmış hak ilkesi kabul edilmediğinden, mevcut kazanımla yetinecek işçilerin 2011 yılında hangi şartlarla çalışacağı tamamen Bakanlar Kurulunun insafına kalmış durumdadır.

Hükümet tarafından “önce başvuran kendi bölgesinde iş kapar” mantığı ile başvuru teşvik edilse dahi, iş güvencesi olmadıkça 2 ay sonra işçilerin parça parça işten çıkartılmayacağının bir garantisi bulunmamaktadır. Böyle bir durumda işçilerin mahkemeye başvurma hakkı bulunmamaktadır. Amirinin olumsuz sicili ile işten atılabilecek bir işçinin onurlu bir şekilde çalışması, haklarını savunabilmesi mümkün olmayacaktır.

Yapılan kısmi iyileştirmelerin en büyük sebebi Tekel işçilerinin direnişidir. Kamuoyunun Tekel direnişini sahiplenmesi, güvencesiz çalışma biçiminin teşhiri ve mücadelenin büyüme ihtimali göz önüne alındığında, hükümetin yeni tavizler vermek zorunda kalacağı da görülmektedir. Şu anda dahi başbakanın kendisinin açıklayacağını ilan ettiği doğalgaz zammı yürürlüğe koyulamamakta, özel istihdam büroları gibi emeğe saldırı yasaları rafa kaldırılmaktadır. Uzun süredir işçiler aleyhine pek düzeleme yapılmadığına dikkat edilmelidir.
4/c ile çalışmayı kabul etmek Tekel mücadelesini bölmekten, hükümetin kara propagandasının önünü açmaktan öte bir anlam taşımayacaktır. Hükümet Şubat sonuna kadar süre verip çadırlara saldıracağını ilan etse dahi, Tekel mücadelesinin meşruluğu ve kitleselliği arttıkça işçiler değil AKP için sıkıntı halini alacaktır.

Sonuç olarak; Mevcut haliyle 4/c uygulaması, açıkça yasalara aykırı olup, ne kadar allanıp pullansa da asla kabul edilmemelidir. Adı ne olursa olsun, iş güvencesi içermeyen, eşit işe eşit ücreti kabul etmeyen, insanca çalışma hakkı sağlanmayan bir çalışma biçimini kabul etmek, kölelik koşullarını kabul etmektir.

Tekel işçileri 4C için Danıştay'a dava açtı

Tekel işçileri, özelleştirilen işletmelerden çıkarılan işçilerin 4C'yi tercih etmeleri için tanınan bir aylık sürenin iptalini istedi.

Tekel işçilerinin Ankara'daki direnişi 64. gününde yasal platforma taşındı. Tekgıda-İş, 4C'yi düzenleyen Bakanlar Kurulu kararındaki bazı hükümlerin iptali için Danıştay'da iki ayrı dava açtı. Türk-İş ve diğer konfederasyonların hedefinde ise özelleştirme kanunu var.

Tekgıda-İş'in açtığı ilk davada, özelleştirilen işletmelerden çıkarılan işçilerin 4C'yi tercih etmeleri için tanınan bir aylık sürenin iptali isteniyor. Bu hüküm iptal edilirse Tekel işçileri sekiz aya kadar asgari ücretin iki katı tutarındaki iş kaybı tazminatını alabilecek ve bu süre bitiminde de isterse 4C'li olabilecek.

Dilekçede, "İşçiler, iş akitlerinin feshi tarihinde yürürlüğe girmemiş koşulları, 30 gün içinde değerlendirmek zorunda bırakılmaktadırlar. 30 günlük süre, hak arama özgürlüğünü de ihlal edecek ölçüde kısa bir süredir. Bir idari karar olan Bakanlar Kurulu kararına dava açma süresi 60 gün olup, işçiler pek çok yönden Anayasa ve imzalanan uluslararası sözleşmelere aykırı yönleri olan bu çalışma ilişkisine karşı dava açma ve açılacak davada verilecek karara göre, geleceklerini belirleyecek karara varma şansına da sahip olabilmelidirler" denildi.

Diğer davada ise 4C'li olma süresini 11 aya çıkaran Bakanlar Kurulu kararının yasaya aykırı olduğu savunulacak.

Devlet Memurları Yasası'nda 4C statüsünün geçici süreli ve mevsimlik işler için geçerli olduğu hatırlatılarak, Bakanlar Kurulu'nun özelleştirilen tüm işletmelerden çıkarılan işçilere 4C yolunu göstermesinin, bu statüyü kalıcı ve sürekli hale getirdiği belirtilecek.

Sendikaya göre, bu dava kazanılırsa özelleştirme mağdurlarının işçi kadrosuna alınması zorunlu hale gelecek.

Türk-İş ve diğer konfederasyonların açtığı üçüncü davanın hedefinde ise özelleştirme kanunu var. Tekel işçileri Devlet Personel Dairesi Başkanlığı'na birer dilekçe yazacak ve özelleştirilen işletmelerden çıkarılan memurlarla aynı hakları talep edecek. Eğer kabul edilmezse eşitliğe aykırı olduğu gerekçesiyle yargıya taşınacak.

Kaynak: NTV

Sendikacıları Yunanistan’a göndermek gerek… - Özgür Müftüoğlu (Evrensel)

Bizim sendika yöneticilerini Yunanistan’a göndermek gerek. İki nedeni var bu önerimin. Birincisi, özellikle AB üyeliğini işçi sınıfının ve sendikaların kurtuluşu olarak görüp, emekçileri de buna ikna etmeye çalışanların, Yunanistan’ın durumunu görmesi için. İkincisi de grev nasıl yapılırmış öğrensinler diye…

Yunanistan, 1981 yılında 10. üye olarak AB’ye kabul edilmişti. 29 yıldır AB üyesi olan Yunanistan, özellikle geçen 10 yıl içerisinde AB’nin üyelerine koşul olarak getirdiği serbest piyasa ekonomisine uyumlu politikalar izledi. Bu politikaların gereği olarak da aynen bizde olduğu gibi sosyal güvenlik sisteminden sağlık sistemine sosyal haklar geriletilirken, kamu hizmetleri piyasalaştı ve çalışma yaşamında esneklik hakim kılınmaya çalışıldı. Tüm bunların üzerine Yunanistan, para sistemini AB para sistemine uyarlayıp avroya geçince yaşam pahalandı ve yoksulluk arttı.

Yunanistan’da bunlar yaşanırken, gözleri Brüksel’den başka bir yeri görmeyen bizim sendikacılar, Avrupa Sendikalar Birliği’nin (ETUC) yönlendirmesi ve bol akçeli projelerin de çekiciliğiyle Türkiye’de işçi sınıfının ve sendikal hareketin AB ile kurtulacağı hayaline kapıldı. Böylece AB’ye üyeliğin gereği olarak uygulanan politikaların getirdiği piyasalaştırma süreçleriyle emekçileri güvencesizleştiren ve örgütsüzleştiren uygulamalara karşı ciddi bir mücadele örgütlemedi. Aksine, AB destekli eğitim çalışmalarıyla işçiler, AB masallarıyla uyutulmaya çalışıldı. Sonuç olarak da gerekçesi AB’ye uyum olan 4857 sayılı İş Yasası’yla iş güvencesi, 5510 sayılı SSGSS Yasası’yla sosyal güvence ve sağlık güvencesi önemli ölçüde ortadan kalktı. Öte yandan, yine AB’ye üyeliğin gereği olarak kamu hizmetleri piyasalaştı ve özelleştirmeler gerçekleşti. Böylece emekçileri işsizliğe, güvencesizliğe, örgütsüzlüğe ve dolayısıyla yoksulluğa iten pek çok düzenleme, AB üyeliğinin gereği olduğu için sendikalar tarafından kabullenildi ve gerekli tepki gösterilmedi.

Bugün TEKEL’in özelleştirilmesi, TEKEL işçisinin işsiz bırakılması ve razı edilmeye çalışıldığı güvencesiz çalışma koşulları da AB üyeliği gerekçe gösterildiği ve bu nedenle sendikaların karşı mücadele örgütlemediği sürecin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Yani TEKEL işçisini direnişe sürükleyen koşulların oluşmasında, emekten yana olduğunu söyleyerek AB’yi savunanların büyük vebali vardır. Şimdi bu vebalin sahipleri, tüm bu yaşananlardan ders çıkartmıyorsa, gidip 29 yıllık AB üyesi Yunanistan’ın ekonomisine ve emekçilerine yönelik uygulamalarına bakmalıdır. Belki o zaman, AB’yi savunarak emekçileri temsil edemeyeceklerini anlayabilirler(!)

Sendikacılara Yunanistan ziyaretini önermemin ikinci nedeni, grev eyleminin nasıl yapılacağını öğrenmeleri içindir. Aldıkları grev kararına rağmen 4 Şubat’ta uçakların, trenlerin vızır vızır işlemesine; bankalarda, devlet dairelerinde ve pek çok fabrikada üretimin, hizmetin kesintisiz devam etmesine rağmen meydanlara çıkıp grevin başarısından söz edenlerin, Yunanistan’a gidip grev nedir, nasıl yapılır dersi almaları gerekir. Ama grev kararı aldıktan sonra işyerlerine “İş bırakmayın” talimatı verenlerin, grev dersinden önce dürüstlük dersi almaları gerekir. Tabii dürüstlük, samimiyet dersle elde edilebilecek bir meziyetse(!..)

10 Şubat 2010 Çarşamba

Yunanistan'da memurlar grevde

Yunanistan'da hükümetin aldığı ekonomik önlemler karşısında, memurlar bir günlük greve gitti. Bu grevi yenileri takip edecek.

Atina Uluslararası Havaalanı da grev nedeniyle bugün boştu
Yunanistan'da kamu çalışanları hükümetin bütçe açığını dizginlemek için aldığı önlemlere tepki olarak bir günlük grev yapıyor.

Ülkede okullar kapanırken, hastaneler sadece acil vakalara müdahale ediyor. Yunanistan'ın uçak seferleri durdu, devlet daireleri de mesai yapmıyor.

Yüklü borçlarını ve dev bütçe açığını kontrol altına alması için Avrupa Birliği'nden yoğun baskı gören hükümet, ücretlerin azaltılması, emeklilik yaşının artması ve vergi sisteminde değişiklikleri öngören bir plan açıklamıştı.

Devlete 800 milyon Euro tasarruf sağlaması umulan bu önlemlerle 300 milyar Euro tutarındaki borçların ve yüzde 12'yi bulan bütçe açığının azaltılması hedefleniyor.

Bu açık ortak para birimi Euro'yu kullanan ülkeler için öngörülen yüzde 3 düzeyinin dört katı.

Çalışanlar ise dar gelirli kesimin değişikliklerden olumsuz etkileneceğini, zenginlerin ise vergi kaçırmaya ya da açıkları kollayarak 'vergiden kaçınmaya' devam edeceğini savunuyor.

Memurlar ve Komünist Parti'ye yakın bir diğer sendika, Atina ve Selanik'te ayrı protesto gösterileri planlıyor.

GENEL GREV İKİ HAFTA SONRA
Ülkenin en büyük konfederasyonu olan GSEE ise 24 Şubat'ta genel greve hazırlanıyor.

Bugünkü grevi düzenleyen ve yarım milyon çalışanı temsil eden memur sendikası ADEDY, 24 Şubat eylemine de katılacaklarını duyurdu.

Geçtiğimiz günlerde de çiftçi ve çalışanlardan iki eyleme hedef olan Yunan hükümetinin tavrı tüm Avrupa'da dikkatle izleniyor.

Pek çok ülkeden ekonomi uzmanları ve siyasetçiler, Yunanistan'ın yıllardır kaçındığı ekonomik değişiklikleri daha fazla erteleyemeyeceğini savunuyor.

Bazı anketler Yunanlıların yüzde 65'inin de sıkı önlemler alınmasını desteklediğini gösteriyor.

Paris'te Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile görüşmeye hazırlanan Başbakan Yorgo Papandreu ise grevden hemen önce bir dizi yeni önlem daha açıkladı.

Bunlar arasında kurşunsuz benzine zam ve pazarcılar ve taksi sürücüleri de dahil geniş bir kesime fatura kesme zorunluluğu getirilmesi var.

Avrupa'nın zengin ekonomilerinin ise Yunan hükümeti için bir mali destek planı konusunda ilerleme kaydettiği düşünülüyor.

BBC Türkçe

Vakit'in hedef gösterdiği tiyatro mühürlendi

Vakit Gazetesi tarafından kutsal değerlere hakaret edildiği iddia edilerek hedef gösterilen Yala Ama Yutma oyununun sahnelendiği Kumbaracı 50, Beyoğlu Belediyesi tarafından mühürlendi. Oyunda yer alan sanatçılar valilik ve emniyete başvurarak koruma talep etti.

Yazar Özen Yula’nın kaleme aldığı, Ayça Damgacı, Cem Yanılmaz, Nebil Sayın ve Can Anar’ın rol aldığı Yala Ama Yutma ile ilgili Vakit Gazetesi’nin başlattığı kampanya oyunun sahnelendiği Kumbaracı 50 sahnesinin mühürlenmesiyle sonuçlandı. Oyun ekibi tehdit içeren yorumlar nedeniyle valilik ve emniyete başvurarak koruma talep etti.
Vakit Gazetesi, yeryüzüne bir porno yıldızının bedeninde düşen meleğin hikâyesini anlatan ‘Yala Ama Yutma!” oyununu 2 Şubat tarihinde “Ahlaksız Oyun‘dan tahrik dolu mesajlar” başlığıyla haber yapmış ve “Sağduyulu Müslümanlar, ahlaksız tiyatronun oynanmadan kaldırılmasını istiyor” diye yazmıştı.
Haber sonrasında gazetenin internet sitesinde yer alan okur yorumları da ayrıca haberleştirilerek; “Elimize sopaları alıp salonu mu basalım? Bunlar denli densiz ve dinsiz oldukları için cezalarını biz mi verelim? Nerede seçilen ve atanan sorumlular?” gibi yorumlara yer verilmişti.
Oyunun prodüktörü Aslı Atasoy yapılan tahriklere karşı koruma talep ettikleri gün Beyoğlu Belediyesi’ne bağlı zabıta ekiplerinin özel emirle gelerek tiyatroyu kapattıklarını belirtip, “Oyun Kumbaracı 50’nin oyunu gibi lanse edildi ama oyun bize ait. Biz de bağımsız bir grubuz, sadece bu proje için bir araya geldik. Kumbaracı 50 bize sahnesini açmış aydınlık bir yer. Ekip olarak biz orada sadece misafiriz” dedi.
Ayrıca kuruma karşı bir mahalle baskısı yapılmaya çalışıldığını da belirten Atasoy sahneledikleri eserin tanıtıldığı gibi bir oyun olmadığını da vurguladı ve ekledi: ”Oyun metaforik olarak bir meleğin dünyaya gelip sınanmasıyla ilgili. Oyunda pornografik herhangi bir içerik yok. Hatta pek çok insan için hâlâ anlamlı olan sosyal adaletsizlik, küresel ısınma, eğitimsizlik, açlık ve savaşlarla ilgili eleştirel metinler var. Yani Yala Ama Yutma daha iyi bir dünya için yapılmış bir oyun.”

Küçük Fantezi
Yala Ama Yutma! (Küçük Fantezi) çağdaş tiyatronun Türkiye’deki en önemli yazarlarından, oyunlarıyla birçok ödül kazanmış Özen Yula’nın yeni bir oyunu. 2008 yılında Mitos Yayınları tarafından basılan İtiraz Oyunları kitabındaki Yala Ama Yutma isimli oyun aslında “kabullenmenin, susmanın erdem sayıldığı topraklarda tam da buraya ait demir leblebi, ağır lokma, çetin ceviz ve susmayı kabullenmeyen bir eser”.
Kurala göre yüzyılda bir “sınanma”dan geçmek için yeryüzüne gönderilen bir melek, yirmi dört saat içinde en azından bir insanı “iyilik adına” yola getirmelidir. Başarırsa yeniden yüz yıllığına melek olarak devam edecektir; eğer başarısız olursa dünyada insan olarak kalacak ve eceliyle ölecektir. İşte bu sınanmaya tabi tutulan oyunun başkahramanı Melek, kendini Türkiye’de bir porno film setinde, oyuncu Leyla’nın bedeninde buluverir.

Hürriyet

Krize rağmen Venezüella’da yoksulluk azalıyor

Birleşmiş Milletler tarafından elde edilen veriler ile her zaman uyum gösteren Venezüella Ulusal İstatistik Enstitüsü (İNE), bu Güney Amerika ülkesinde, 2009 yılı boyunca yoksulluğun azaldığını açıkladı.

Diğer ülkelerde yoksulluğun artmakta olduğunu belirten, Karayip ve Latin Amerika Ekonomik Komisyonu (CEPAL) gibi uluslararası kuruluşlara göre bu eğilim; Kolombiya, Peru, Honduras, Meksika ve Guetemala gibi ülkelerin ve Latin Amerika ülkelerinin çoğunluğunun tersine bir ilerlemedir.

Venezüella’da, on yıldan beri yüzde 25’in üstünde bulunmakta olan genel yoksulluk şu anda yüzde 24. 2009 yılı süresince de 3 puan düştü.

On yıl önce yüzde 20’nin üzerinde bulunan aşırı yoksulluk ise 2009 yılı boyunca yüzde 7’den yüzde 6’ya düştü.

Venezüella Ulusal İstatistik Enstitüsü Başkanı göre bu durum, Hugo Chavez hükümeti tarafından alınan 536 milyon doların, 330 milyonunun sosyal yatırımlar için kullanıldığını, gösteriyor.

[Rebelion / Latinbilgi –A.Py]

http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=29158&ref=bm

9 Şubat 2010 Salı

!f İstanbul: Film Arası Aktivizm




Yaşayan Kütüphane, Lambdaistanbul'un düzenlediği nefret suçları paneli, Altyazı'nın "Ben Küba" tartışması, Fikir Sahibi Damaklar'la GDO ve fast-food karşıtı sohbetler, ışıklandırma atölyesi, Keşif yönetmenlerinin kısacılarla buluşması, açılım tartışmaları ve fazlası bu yılki !f İstanbul'da.

9. İstanbul Bağımsız Film Festivali !f İstanbul'un filmler kadar etkinlik programı da ilgi çekici.

Bu yılın öne çıkan aktiviteleri arasında Yaşayan Kütüphane, LGBTT'lere yönelik nefret suçlarının konuşulacağı panel, Fikir Sahibi Damaklar'la "yavaş yemek" sohbeti ve Altyazı'nın Küba devriminin 50. yılında tartışacağı "Ben Küba" filmi var.

Yaşayan Kütüphane: Önyargıları kırmak için

Bu kütüphane bildiklerinize benzemiyor. Gelip katalogdan bir kitap seçip ödünç alıyorsunuz ama kitaplar birer insan! Ve başlıyorsunuz okumaya, yani sohbete. İnsan Kitaplar, genellemelere, önyargılara ve çoğu zaman ayırımcılığa maruz kalan kesimlerden bireyler... Sorular soruyorsunuz, o da size kendini anlatıyor. Daha önce tanışıp konuşma fırsatı bulamadığınız ve merak ettiğiniz insan-kitapları ilk elden dinleyip okuyor ve belki de karşılıklı olarak önyargıları yeniden gözden geçiriyorsunuz.

Toplum Gönüllüleri Vakfı ile İstanbul Bilgi Üniversitesi Gençlik Çalışmaları Birimi'nin bu ortak projesi, !f İstanbul kapsamında, 13-14 ve 16 Şubat günleri, 15.00-19.00 saatleri arasında festival merkezinde "okuyucularını" ücretsiz olarak ağırlayacak.

"Ne? Nerede? Nasıl? Ne zaman? Niye? Kim?"

Lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transseksüellere (LGBTT) yönelik nefret suçları ve cinayetleri de !f İstanbul'daki etkinlik konularından biri. Aykut Atasay'ın kolaylaştırıcılığını yapacağı söyleşide Lambdaistanbul aktivistleri Dr. Begüm Başdaş, psikolog İzlem Aybastı, Bora Bengisun, avukat Fıray Söyle ve psikolog Özlem Çolak'ın katılacağı panelde önce Arthur Dong'un, hapisanede yedi eşcinselin katili ile yaptığı görüşmelere dayanan "Licensed to Kill" belgeseli gösterilecek.

Etkinlik 12 Şubat Cuma günü saat 15.00'te başlayacak.

"Ben Küba"ya "Altyazı"

Her öğesiyle devrimci bir sinema dili inşa eden "Ben Küba", yenilenmiş, tertemiz bir dijital kopyayla !f programının bu yılki "kült" filmi.

Aylık sinema dergisi Altyazı !f İstanbul takipçileri için bu yıl ikinci kez bir kült filmi yeniden keşfediyor ve bu keşfini bir tartışma seansıyla masaya yatırıyor. Dergi yazarlarının yöneteceği tartışma, dinleyicilerin de katılımıyla, 19 Şubat Cuma günü yapılacak Ben Küba gösteriminin ardından gerçekleştirilecek. Etkinlik saat 17.00'de.

GDO'nun ve fast-food'un tadını bozduğu damaklara

Genetiği değiştirilmiş gıdalara karşı dünya çapında verilen mücadelenin Türkiye'ye de sıçradığı şu günlerde, !f bu konudaki en önemli ve güncel filmlerden biri olan "Gıda Ltd." adlı filmi programına aldı. Bununla da kalmadı "yavaş yemek" hareketinin Türkiye'deki öncülerinden olan Fikir Sahibi Damaklar grubuyla filmi izlemeye gelenleri ile çıkışta yapılacak sohbette buluşturacak bir buluşma ayarladı.

Fikir Sahibi Damaklar, hem şehirli kalıp hem de gerçek gıdalarla hayat kalitemizi yükseltmenin imkânlarını sorguluyorlar.

15 Şubat Pazartesi günkü etkinlik saat 21.00'de.

Tüm etkinlikler !f İstanbul'un festival merkezi olan Beyoğlu Bayram Sokak'taki The Hall'da gerçekleşecek.(BÇ)

* Festival programındaki tüm etkinlikleri görmek için tıklayınız.


http://www.bianet.org/bianet/toplum/119943-f-istanbul-film-arasi-aktivizm

8 Şubat 2010 Pazartesi

KESK'ten "ihanet" suçlaması

KESK Kocaeli Şubeler Platformu, Türk-İş’in sendikacılık tarihinde ilk olarak kendisine destek verenlere ihanet ettiğini savundu.

KESK Kocaeli Şubeler Platformu üyesi sendikaların yöneticileri, 4 Şubat’ta TEKEL işçileriyle dayanışma amacıyla yapılan genel iş bırakma eylemini değerlendirdi. Açıklamada, grev kararına uymayan Türk-İş, DİSK ve Hak-İş sert bir dille eleştirildi.

Eğitim-Sen Şube Başkanı Veysel Kaplan, katılımın az olduğuna değinerek, "6 konfederasyon bir araya gelip destek kararı almasına rağmen birçok sendika eyleme destek vermemiştir" dedi. Eylem öncesindeki gün Hak-İş, Türk-İş, Memur-Sen'in yöneticilerine ulaşıp davet çıkardıklarını da bildiren Kaplan, "Ancak kendileri greve hiçbir şekilde katılmadılar. Türk-İş sendikacılık tarihinde ilk olarak sendikasına ve destek verenlerine ihanet etmiştir" diye konuştu.

Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü ve Tüm Bel-Sen Başkanı Erdal Karakuş ise şöyle konuştu: “4 Şubat dayanışma grevimizde açıkça görülmüştür ki, ülkemiz sendikalar tarihi yeni bir kavramla karşı karşıyadır. Bu da, gece katılım açıklaması, sabah ise grev kırıcılığı yapmaktır. Hükümetle açık işbirliği yaptıkları kendi üyeleri tarafından da tescillenmiş Hak-İş ve Memur-Sen, net bir şekilde teşhir olmuştur. TEKEL işçisiyle dayanışmak için üzerimize düşeni yapacağız.’’

http://haber.sol.org.tr/sonuncu-kavga/keskten-ihanet-suclamasi-haberi-23803

7 Şubat 2010 Pazar

Tekel işçisine karşı hükümetten ırkçı-faşist açılım

Hükümetin Tekel işçilerine karşı sarıldığı yalanlara, maniplasyonlara ve saldırılara bir yenisi ekledi. Devlet Bakanı Hayati yazıcının bugünkü açıklamaları ırkçılık boyutuna ulaşırken, hükümetin paniğinin nedenini de gözler önüne serdi.

Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Hayati Yazıcı, Sarıyer’de yaptığı açıklamada "İşe şeytan karıştı, hani 72 buçuk millet derler ya, Türkiye'de ne varsa, buna PKK da dahil bu işe fitne sokmaya başladı" dedi.

Yazıcı’nın bu sözlerinin, direnişte oldukça direngen bir tutum sergileyen Kürt işçileri hedef göstermek ve direnişi ırkçı söylemlerle parçalamak kaygısıyla sarf edildiği açık.

Ancak bu sözlerdeki “Yetmiş iki buçuk millet” ifadesi açıkça ırkçılık ve yenilgi ifadesi olarak dikkat çekiyor.

“72 millet” ifadesi, kökeni mitolojiye dayanmakla beraber Anadolu topraklarındaki çeşitliliği dile getirmek amacıyla kullanılagelmiş. “Yetmişiki buçuk millet” ifadesi ise bu topraklarda yaşayan Çingeneleri horlamak için kullanılmış. "Buçuk" ifadesinin yer yer Ermeniler için de kullanıldığı biliniyor.

Yazıcı bu açıklamayla, Anadolu topraklarında yaşayan halklara hakaret ederken çaresizliğini de gözler önüne seriyor. Zira “72 millet”in Tekel işçisinin yanında bir araya gelmesi AKP’nin “marjinal gruplar” edebiyatının yalanlanması anlamını taşıyor.

http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=29123&ref=bm

Marmaray işçilerinin direnişi sürüyor

Marmaray projesi inşaatında kötü çalışma koşulları, düşük ücret ve sigorta primlerinin düzenli ödenmemesi nedeniyle iş bırakan taşeron Polat Deniz inşaat işçileri, 16 Ocak günü direnişe geçti. İşçiler 15 Ocak günü sigorta primlerinin eksik yatırılması nedeniyle SSK'ya başvuruda bulundu. 16 Ocak günü SSK’ya başvuruda bulunan 20 işçinin işe alınmaması üzerine şantiye önünden ayrılmayacağını söyleyen işçiler direnişi başlattı. Şirket, işe almama kararını, SSK’ya yapılan başvurunun hemen ardından aldı.

Direnişe geçen işçiler 31 Ocak günü Marmaray’ın Yenikapı şantiyesi önünde basın açıklaması yaparak direnişlerinin sürdüğünü bildirdi.

Gama-Nurol firmasının taşeronu Polat Deniz İnşaat 2007’den beri işçilerin maaşına zam yapmıyor. Sigorta primleri eksik yatırılan işçilerin çalışma koşullarıda oldukça kötü. İnşaatta çalışan işçilere eldiven veya çizme sağlanmıyor. Firma sürekli olarak girdi-çıktı yaparak işçilerin haklarını gaspediyor.

Ana firma Taisei-Gama-Nurol ve taşeronu Polat İnşaat önünde çeşitli eylemler yapan işçiler bir sonuç alamayınca esas işverene yöneldiler. İşçiler asıl işveren Ulaştırma Bakanlığı’na bağlı Demiryolları Limanlar Hava Meydanları İnşaatı Genel Müdürlüğü DLH Marmaray Bölge Müdürlüğü önünde 6 Şubat günü bir eylem yaparak, sorunlarını Ulaştırma Bakanlığı ve TBMM’ye taşıyacaklarını bildirdiler.

Marmaray işçileri 5 ay boyunca maaş alamadıkları için 26 Ağustos’ta direnişe geçmiş ve 4 Eylül’de maaşlarını almayı başarmışlardı.

16 Ocak günü 80 işçinin başlattığı direniş sürüyor.

http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=29120&ref=bm

Tekel işçileri bankaya itiraz etti

Tekel işçileri Çalışma Bakanı Ömer Dinçer’in “6 bin işçi tazminatlarını aldı” açıklamasının ardından paraların yattığı bankaya itiraz başvurusu yaptı.

Başbakan Erdoğan’ın birkaç gündür, Tekel işçilerinin direncini kırmaya dönük kullandığı, “işçiler tazmiatlarını aldı, orada kalanlar işçi değil” söyleminin arkasından tam bir alicengiz oyunu çıktı. Işçilerin tazminatlarının yatırıldığı Vakıfbank, işçilerin onaylarını almadan paraları yatırım hesaplarına havale ederken, bazı hesapları da borçları olduğu gerekçesiyle bloke etmiş. Tüm bu işlermler için üstüne üstlük 25 lira da masraf kesildiğini öğrenen işçiler bankaya giderek itiraz başvurusu yaptılar.

İşçilerin tazminat hakkı var
Diğer taraftan konu ile ilgili bir açıklama yapan Tek Gıda-İş genel başkanı Mustafa Türkel işçilerin 4-C’ye geçmese dahi tazminat hakları olduğunu belirtti. Bilindiği gibi Erdoğan işçilerin tazminat almasını 4-C’ye geçtiler diye duyurmuş, kalanları provakatörlükle suçlamıştı. Erdoğan’ın direnişi hem kendi içinde bölmek hem de halkın desteğinden yoksun bırakarak yanlızlaştırma amacının en açık yansımalarından olan bu işlem, Erdoğan’ın ilerleyen günlerde de benzer oyunlara başvurabileceğine kanıt oldu.

http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=29111&ref=bm